Yıllardır Londra’yı seyahat listeme koymamıştım. Sanırım ağır basan frankofonluk sebep oldu anti-İngiltere durumuma 🙂

Sinan 15 senedir her kasım ayında düzenlenen bir toplantı için düzenli şekilde gidiyor, bu sene çok ısrar etti bende daha fazla karşı koyamadım 🙂

Çok ta iyi yapmışım…

Şimdi size oturup Big Ben, London Eye gibi klişe ama mutlaka görülmesi gereken yerlerden bahsetmeyeceğim. Kendi Londra’mı anlatmak istiyorum her zaman ki gibi…

Seyahat öncesi araştırmamı yaparken ilk işim www.ticketmaster.co.uk ve benzeri sitelerden müzikallerin listesini çıkarmak oldu. 2 çok istediğim oyuna biletimi 1 ay önceden aldım. Ancak uzun zamandır oynayan müzikallere son dakika biletleri bulma ihtimaliniz çok yüksek ve tabii fiyatlar son dakika çok düşüyor. 6 gecelik seyahat süresinde 4 müzikal seyretme fırsatım oldu.

• Kinky Boots; Müzik ve bestelerini Cindy Lauper’ın yaptığı bu müzikalin konusu eski bir ayakkabı fabrikasının işlerinin kötü gitmesi sonucu drag queenlere çizme üretimine geçmesi. Eki 2012’den beri sahneleniyormuş, aynı zamanda 2005 yapımı bir filmi de varmış bu oyunun. İnanılmaz eğlenceli ve keyifli bir müzikal 🙂

• 42nd Street; 1980 yılında Broadway’de sahnelenmeye başlayan bu müzikal 1930larda geçiyor. Heybetli sahneler, Ginger Rogers ve Fred Astaire seyredermiş hissi veren step dansçıları, şaşalı kostümler…Ve başrolünde 1980’lerin en ünlü şarkıcılarından Sheana Easton..   (For your eyes only isimli şarkısıyla hatırlayabilirsiniz)

• Dreamgirls; 2006 yılında filmi de çekilen (Beyonce, Jamie Foxx, Eddie Murphy, Jennifer Hudson) bu müzikal ilk olarak 1981 yılında sahnelenmeye başlamış. Yine şansımıza  başrolünde Amerikan dizisi Glee’de Mercedes Jones rolüyle tanınan Amber Riley isimli kadın oyuncuya denk geldik. İnanılmaz bir enerjisi var bu müzikalin. Denk gelirseniz mutlaka seyredin.

 

• Annie; İlk olarak 1977 yılında Broadway’de sahnelenmeye başlayan, 1982 yılında ise sinema filmi çekilen benim çocukluğumun en favori filmi. Kızıl saçlı Annie’nin öksüzler yurdundan Bay Warbucks’in muhteşem evine uzanan hikayesi. Filmin başrollerinde Albert Finney ve Caroll Burnett’in olması ise filmi harika yapan özelliklerden. Yine bizim şansımıza bu müzikalin başrolünde (Öksüzler evi müdürü Miss Hannigan) Craig Revel Horwood isimli koreograf ve dans yarışması jürisinin olmasıydı. Sanırım bu rolü oynayan ilk ve tek erkek oyuncu kendisi.

Bu 4 oyunun dışında görmek istediğim müzikaller vardı tabii, onları da  bir daha ki seyahat programıma  alabilirim umarım 🙂

 

Müzikal dışında listemin en üst sırasında (müzelerden bile önce) Harry Potter Warner Bros stüdyoları vardı. 10 sene boyunca filmin çekildiği mekanlar, tüm kostümler, aksesuarlar, mimari çizimler ve daha bir çok detayın bulunduğu bu stüdyo ile ilgili detayları ayrıca  yazacağım. Şimdilik tek söyleyebileceğim Harry Potter severseniz sakın kaçırmayın….

Tabi ki her sanatsever turist gibi bende müzeleri gezmeye vakit ayırdım. Özellikle Tate Modern, Victoria & Albert, National Portrait Gallery’yi gezdim.

 

Tarihi mekanlardan da Kensington Sarayı ve bu sarayın içinde bulunan Lady Diana’nın kıyafetlerinin sergilendiği bölüm en çok ilgimi çeken yer oldu.

Ailecek her seyahatimizde şehri genel olarak görebilmek ve bilgi sahibi olabilmek için mutlaka Hop on Hop off bileti alırız. Hatta genelde hiç inmeden bütün turu atmaya çalışırız ki genel bir fikrimiz olsun. Londra’da da son günümüzde yaptık bu turu. Gezmeye fırsatımız olmayan yerleri, şehrin genel havasını tarihiyle ve anekdotlarla hissetmiş olduk.

 

Son olarak benim Londra’da alternatif görülmesi gerekenler listem şöyle :

• Fortnum and Mason: 1707 tarihli gurme mağazası. Reçeller, ballar, çaylar, kahveler, zeytinyağlar, kaz ciğerleri. Sadece bakmak için bile girebilirsiniz eğer gastronomi konusuna ilginiz varsa.

• Paperchase: Benim gibi kırtasiye severseniz Londra’da 20den fazla mağazası bulunan Paperchase’e mutlaka girin.

• Waterstones: Piccadily’de bulunan toplam 6 katlı bu kitapçıda en az yarım gün harcanabilir. Fazla vaktiniz olmasa bile mutlaka girin bir dolaşın, 5. katta bulunan restoranda bir şeyler için.

 

Ve tabiki Covent Garden’da, Knightsbridge’de, dolaşın, Kensington Bahçeleri’nde ve Hyde Park’ta yürüyüş yapın, Harrods’a ve Selfridge’s e gidin.

 

Ben bu kadar senelik inadımı kırdım ve çok keyif aldım Londra’dan. Seneye kasım programımı yapmaya başladım bile 🙂