Lise arkadaşım Aslı “hadi Noel zamanı kız kıza Berlin’e gidelim” dediğinde acaba çocukları bırakabilir miyim? Sinan’ın o dönem işleri yoğun mu? soruları kafamda dolaşmaya başladı. 2 gün sonra kendimi Airbnb’de 4 kişilik ev ararken buldum 🙂 Hiçbirimiz daha önce görmemiştik Berlin’i… Hemen kitaplar ve internet araştırmasına başladım. Kızlar kendilerini bana emanet ettiler umarım keyif almışlardır… Ben ve Başak perşembe sabahı 08.10 uçağıyla diğer iki arkadaşımız Aslı ve Hande ise 12.40 uçağıyla gitmeye karar verdi.
Açık söylemek gerekirse sadece 3 gün sürecek seyahat için günlük program yapmak kolay olmadı. Noel pazarları ana gezi amacımız olduğundan biraz programı gidişatına bırakmak istedik. Tabii mutlaka görmemiz gerekenler listemizi hazırlamayı ihmal etmedik.
Noel zamanı tüm Avrupa şehirleri görülmeye değer oluyor. Üniversite’yi Belçika’nın küçük şehri Liège’de okumuştum ve Noel zamanı “Marché de Noel” denilen pazar yerinde gezmek sıcak şarap içmek en büyük keyfimdi. Aynı mantıkla Berlin’de bir çok Pazar yeri olduğunu ve en güzelinin Gendarmenmarkt denilen meydanda bulunduğunu öğrendikten sonra evimizi buraya yakın tutmak istedik.
Başak’la keyifli bir uçuştan sonra Tegel Havalimanına indik.
Şehir transferi için en kolay yol A ve B terminal kapılarından kalkan şehir otobüsleri. Evimizin sokağını otobüs şoförüne söyleyip en yakın durakta inmek istedik. Bu arada aramızda almanca bilen yok, karşılaştığımız Almanlar İngilizce yada Fransızca bilmiyor ama her 10 kişiden mutlaka 2-3’ü Türk çıktığı için hiç zorlanmadık dil konusunda. Özellikle bindiğimiz tüm taksi şoförleri Türk çıkınca oldukça şaşırdık 🙂
Otobüsten inip bir süre yürüdükten sonra evimizi rahatça bulduk ve hemen eşyalarımızı bırakıp heyecanla beklediğimiz Gendarmenmarkt noel pazarına gittik.
Bu meydanda 3 büyük ve önemli yapı var. Fransız katedrali, Alman katedrali ve daha yeni tarihli bir yapı olan Konzerthaus Berlin konser salonu.
2. dünya savaşı sırasında çok büyük zarar gören bu meydan eski haline uygun olarak restore edilmiş. Meydanın tam ortasında kurulan Noel pazarı sabah 11.00’de açılıyor. Saat 14.00’e kadar giriş bedava, daha sonra kişi başı 1 euro ödemeniz gerekiyor.
Başak’la pazara girip şöyle bir etrafı dolaştıktan sonra burnumuza gelen inanılmaz kokuyu takip ederek minik bir ev görünümünde ki yemek standına geldik. Bavyera bölgesine ait bir çeşit pideye benzeyen ve odun fırınında pişen “Rahmfleckerl” domuz eti yiyenler için inanılmaz bir lezzet. Çavdarlı ekşi bir hamur üzerinde bir çeşit ekşi krema, domuz bacon’u, incecik doğranmış taze soğan ve karabiberle servis ediliyor. Tadı hala damağımda, keşke daha çok yeseymişiz 🙂
Midemizi fazla doldurmadan birer bratwurst (domuz sosisi) yedikten sonra kendimize bir bank bulup glühwein adı verilen sıcak şarap eşliğinde sahnede Frank Sinatra şarkıları söyleyen grubu dinlemeye karar verdik.
Bu sırada saat 4 gibi diğer iki arkadaşımızla pazar yerinde buluştuk. Onların eşyalarını eve yerleştirmelerini fırsat bilip Gendarmenmarkt’ın da bulunduğu Charlottenstrasse üzerinde 1863 yılında Fassbender ailesi tarafından kurulan pralin ve trüf dükkanı ile 1890 yılında Rausch ailesi tarafından kurulan şeker ve çikolata dükkanının 1999 yılında birleşmesiyle dünyanın en büyük çikolata evi adını alan “Fassbender&Rausch” isimli mekana girdik. Gelmeden yaptığım araştırmalarda mutlaka sıcak çikolata içilmesi gereken bir adres olduğunu öğrenmiştim. İnanılmaz el yapımı çikolatalar, çikolatadan heykeller, tartlar, pastalar arasından 2. katta bulunan kafeye oturduk.
Berlin deyince akla burlesk gösterilerin doğum yeri geliyor. Bende gitmeden araştırma yapıp turistik bir revü gösterisi bulmuştum.( http://www.kleine-nachtrevue.de/en/) Biletleri online ayırtmıştık ilk gece için. Kızlarla buluşup biletlerimizi almak için metroyla bu gösteri salonunun olduğu bölgeye geldik. İşin burası biraz komedi… Kapkaranlık bir dört yol ağzında çıktık metrodan. Salonun olduğu caddeye yürümeye başladık. Neredeyse hiçbir insanın geçmediği cadde pek hoşumuza gitmedi, diğer tarafına yürüdük aradığımız numaralı binayı bulabilmek için. Yine bulamadık aradığımız yeri ve bir bakkala girdik. Tabi ki Türk olan bakkala revüye gideceğimizi söylemeden caddenin adını sorduk. Pek tavsiye etmem o caddeye gitmenizi deyince planlarımız suya düştü. Tripadvisor’dan okuduğum kadarıyla çok turistik olan bu gösterinin Paris’te ki Crazy Horse yada Moulin Rouge ayarı bir mekan olduğunu hayal etmiştik. Ben hala öyle bir yer olduğunu düşünüyorum, Türk bakkalın gazına geldik diyelim :)
Tekrar metroya bulunduğumuz yerden bir durak uzaklıkta ki Berlin’in o en meşhur caddesi Kurfürstendamm yani Berlinlilerin deyişiyle Ku’damm’a geldik. 53 m genişliğinde ve 3,5 km uzunluğunda bir bulvar burası.
1873 yılında Bismarck Paris’te Champs Elysées’yi görüyor ve bu caddenin aynısından Berlin’de olmalı diyor. 1886 yılı caddenin doğumu olarak biliniyor. 1. Dünya Savaşı’na kadar cadde eğlencenin, yerleşimin ve alışverişin merkezi olmayı başarıyor.Nazi Almanyasının kısıtlamaları bu caddede büyük değişime yol açıyor. Nazi ideolojisine ters düşen bir çok mekan kapatılıyor. Bulvarın gelişiminde büyük rol oynayan Yahudilerin katliamının başlamasıyla caddenin bütün ruhu gidiyor.2. Dünya savaşı sırasında çok zarar görmüş bu cadde 1948 yılında Almanya’nın bölünmesinin ardından Batı Berlin’in iş merkezi olmaya başlıyor. Duvarın yıkılmasının ardından Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Mitte bölgesine önem vermesiyle Ku’damm daha çok bir alışveriş caddesi halini alıyor.
Bütün bu tarihsel detayları verdikten sonra caddenin çok hoş ve keyifli bir cadde olduğunu söylemek istiyorum. Tabii Noel ışıklandırmaları ve kurulan Noel pazarının da etkilenmemizde ki yeri büyüktü o akşam. Hemen bir sosis molası verip ertesi günün planlarını yaptıktan sonra pazar yerini gezdik ve akşamımızı sıcak şarapla tamamladık.
Sabah ilk iş ayaküstü bir kahvaltı ettikten sonra şehir turu yapmak üzere yola çıktık. Biletlerimizi Unter den Linden caddesi üzerinde bir hediyelik eşya satan dükkandan aldık. Unter den Linden caddesi de gezmeye değer bir cadde. Ihlamur ağaçlarının altı anlamına geliyor, yaya yolunun iki yanında bulunan ıhlamur ağaçlarından almış adını. Bu caddede dikkatimizi çeken ilk şey mavi ve pembe renkli su boruları oldu.
Bu borular şehrin yeniden yapılandırılması sırasında yer altından çıkan suların tahliye edilmesi için inşa edilmiş. Renkleri ise bir psikoloğa danışılarak çocukların sevdiği renk olan pembe ve maviye boyanmış.
Şehir turuna geri gelelim 🙂 City Circle firmasının 2 ayrı rotası var. (http://en.city-circle.de/) Sarı ve Mor tur diye geçiyor isimleri. İkisini aynı günde de yapabilirsiniz ama biz sadece sarı turu satın aldık. Sarı yol daha çok eski batı Berlini, mor yol ise daha çok doğu Berlini geziyor. Bu turları alırken en önemli konu zamanlama bence. Biz kahvaltıdan sonra Gendarmenmarkt’ta sıcak şarap molası verdiğimizden zamanlamamızı çok iyi yapamadık.
İnip bineceğiniz yerleri, yakından görmek istediğiniz yada sadece otobüsten fotoğrafını çekmek istediğiniz yerleri önceden belirlerseniz daha sağlıklı olur.
18 duraklı sarı yolun 12. Durağı olan Unter den Linden’den turumuza başladık.
Tüm turu tamamlayamadan saat 4 civarı Ku’damm’da otobüsten indik öğle yemeği için. Önünden geçerken çok hoşumuza giden bir restoran bulduk. Kempinski otelin altında bulunan Reinhard’s, yine içgüdülerimiz bizi yanıltmadı (http://www.kempinski.com/en/berlin/hotel-bristol/dining/restaurants/reinhards/)
İnanılmaz lezzetli bir yemek yedik. İki kişi set mönü yedi, ben mozarella domates salatası ve ördek göğsü tercih ettim. Servis kalitesi, yemekler ve fiyat politikası bizden yüksek not aldı.
Noel pazarında tatlı molası verdikten sonra grup bölünerek caddeyi keşfe çıktı.
Bu noktada şehrin bir çok yerinde karşımıza çıkan Ampelmann’dan bahsetmeden olmaz. Yayalar için trafik ışıkları 1950’lerde kullanılmaya başlamış. Her ülke kendine göre bir tasarım kullanıyormuş.Doğu Berlin’de 1961 yılında trafik psikoloğu (böyle bir meslek olduğuna inanmak güç) Karl Peglau tarafından yeni trafik ışıkları teklifinin bir parçası olarak sunulmuş.
Renk körü olanlar için değişik renkteki ışıkların bir şey ifade etmediğini savunan Peglau’nun fikri bir çok kişi tarafından destek görse de maliyetli olacağından hayata geçirilememiş. Ampelmannchen denilen bu yeni tasarım yürüyen ve duran adamlar 1961 yılında Doğu Berlin’de resmi olarak tanıtılmış. İlgi o kadar yoğun olmuş ki okullarda eğitim amaçlı kullanılmaya başlanmış hatta Almanya sınırlarını aşmış. 1990 yılında duvarın yıkılmasıyla tüm ışıkların batı alman formunda standartlaşması çalışmaları başlamış ve böylece çok popüler olan Ampelmannchen eğitim programlarından kaldırılmış. 1995 yılında doğu alman kültürünün bir parçası olan bu ikonik sembolün kurtarılması için kampanya başlatılmış. Bu kampanya çok başarılı olmuş ve Doğu Almanya Nostaljisi (Ostalji) denilen hareketin sembolü haline gelmiş. Protestolar sonucunda 2005 yılında Berlin’in batı bölgelerinde de tekrar kullanılmaya başlamış. Tamamen bir marketing başarısı gibi görünüyor. Kalem kutuları, kurabiye kalıpları, şekerlemeler, magnetler ve sayısız hatıra eşyası bulabilirsiniz bu dükkanlarda.
Bu tatlı ampul adamdan sonra durağımız 1907 yılında açılmış olan KaDeWe (Kaufhaus des Westens) Berlin’in en büyük department store yani içerisinde bir çok lüks marka barındıran büyük mağazası.
Yaptığım araştırmalar sonucu bu mağazanın 6. katının inanılmaz bir gurme marketi ve gurme yemek alanı olduğunu öğrenmem bizim açımızdan pek iyi olmadı. Düşünün ikinci günümüzdeyiz daha Berlin duvarı, Check Point Charlie, Brandenburg kapısı gibi önemli yerleri görmedik ancak bol bol Noel pazarı, sıcak şarap, sosis, gibi konularda tecrübemize tecrübe kattık 🙂
Şaka bir yana tatilin son günü bana Bayan Rotenmayer adını takan arkadaşlarıma buradan teşekkür ediyorum, bir kahve molası veremeden güneş batana kadar tüm görülmesi gereken yerleri görmek için ellerinden geleni yaptılar.
KaDeWe mutlaka görülmesi gereken bir mağaza. Noel için inanılmaz süslemişler.
Bizim Başak’la 6. Katta verdiğimiz sıcak şarap molası sırasında Aslı ve Hande Uniqlo başta olmak üzere caddede alışveriş turuna çıktılar. (Daha sonra bizde Uniqlo kısmına dahil olduk, iyi ki de olmuşuz inanılmaz bir indirime denk geldik.) Akşam yemeğimizi bu gurme katında yedikten sonra kapanış saati olan 21.00’de mağazayı son terk eden 4’lü olarak tüm çalışanların ve güvenliklerin sinirli bakışlarına da maruz kaldık 🙂
Son sabahımız yine bir alışverişle başladı. Evimizin hemen yakının da bulunan büyük market Lidl’dan bavul ticareti kıvamında peynir, sosis, çikolata, soslar, şarküteri ve hatta patates salatası alıp eve bıraktıktan sonra bu sefer mor turu yapmaya karar verdik.
Evimizin bulunduğu caddede Yahudi müzesi bulunuyordu, tura oradan başlamak istedik ancak bilet satan tekel mağazasının kapalı olması yüzünden otobüsle en yakın durak olan Alexanderplatz’a geçtik. Bir çok büyük mağazanın bulunduğu bu meydan Mitte ilçesinde bulunuyor. İlk başta hayvan pazarı olarak tasarlanmış ancak 1805 yılında Rus İmparatoru 1. Alexander’in şehri ziyareti ardından Alexanderplatz adını almış. Meydanın mimarisi yıllar içinde çok değişmiş. En son 1960lı yıllarda Demokratik Almanya Cumhuriyet’i döneminde meydanın hemen yanına o zamanlar Avrupa’nın ikinci en yüksek binası olan “Fernsehturm” yani televizyon kulesi inşa edilmiş.
Noel pazarı kurulmamış olsa gayet soğuk ve antipatik bir meydan. Televizyon kulesine çıkmak isterseniz meydandan hemen 2-3 dakika yürümeniz yeterli. Bizim ilk tercihimiz meydanda kurulmuş olan dönme dolaba binmek oldu 🙂
Çok tatlı bir buz pateni pisti kurulmuş Noel için. Dönme dolap sonrası yine meydanın hemen yanında bulunan Radisson Blu otelin lobisinde bulunan büyük akvaryumu görmeye gittik. Lobide ki koltuklara yayılıp bu akvaryumu seyretmek mümkün. Ya da otelin hemen yan sokağından girip akvaryumu içerisinden seyredebilirsiniz. (https://www.visitsealife.com/berlin/en/).
Biz mor turumuzu kaçırmamak için vakit kaybetmeden meydandan otobüsümüze binmeyi tercih ettik.
Bu rotanın üzerinde ineceğimiz ilk durak Berlin Duvarının Friedrichshain semtinde bulunan 1.3 km’lik kalan parçası East Side Gallery isimli özgürlük anıtı.
Bu galeri 1990 yılında doğu yakasında çeşitli ressamların yaptığı resimleri içeriyor.
Resimlerin üçte ikisi erozyon, grafiti yada vandalizm sonucu zarar görmüş, üçte biri ise 2000 yılından itibaren kar gütmeyen bir kuruluş tarafından onarılmış. Tüm resimlerin restorasyonuna 2009 yılında başlanmış ancak 1990 yılında resimlerin orijinallerini yapan ressamlardan 8 tanesi kendilerinden izin alınmadan tamamıyla yıkılan resimlerinin kopyalarının yapılmasına karşı çıkmış ve dava açmış.
Daha çok grafitilerin bulunduğu duvarın batı kısmında kalan tarafı Spree nehrinin hemen yanında çok keyifli bir yürüyüş yolu.
Listemize bir tik daha attıktan sonra bir sonra ki durağımız olan Check Point Charlie’ye geliyoruz (Çarli kontrol noktası). Bu nokta bölünmüş Berlin’de doğu batı geçiş noktalarının Helmstedt (alpha) ve Dreilinden’den (Bravo) sonra 1961 yılından 1990 yılına kadar kullanılan üçüncü geçiş noktası. (Alpha, Bravo ve Charlie Nato Fonetik alfabesinin ilk üç harfidir.)
Bu üçüncü geçiş kapısı sadece müttefik askerleri, büyükelçiler ve aileleri,yabancılar, Federal Almanya’nın Demokratik Almanya’da ki temsilcileri ve Demokratik Alman üst düzey temsilcileri tarafından kullanılabiliyormuş.
2. Dünya savaşı bitiminden sonra 27 ekim 1961’de bu noktada karşı karşıya gelen Sovyetler Birliği ve ABD asker ve panzerleri 16 saat boyunca tek bir kurşun atmadan karşı karşıya beklemişler.O gerginlik zamanın ABD Başkanı J.F.Kennedy’nin Sovyet başkanıyla yaptığı görüşmeler sonucu giderilmiş. O noktada bulunan kulübü orijinal değilmiş. Asker kıyafetinde ki animatörleri resim çektirmek için sırada bekleyenler, yakışıklı askerlerin etrafa laf atması bana olayın ciddiyetinden fazlasıyla uzak ve fazla turistik geldi. Listemizde son kalan iki mekan ise sırasıyla Brandenburg kapısı ve Holokost anıtıydı. Havanın yavaş yavaş kararmasıyla ikisin ide sağ salim görebildik.
Bu noktada Holokost anıtının tam anlamıyla amacına uygun olarak insanın ruhunu kararttığını söylemem lazım. 19.000m2’lik bir alana çeşitli boylarda yapılmış 2711 adet beton bloktan oluşuyor bu anıt. Bu kütlelerin her birinin üzerinde Yahudi medeni kanunu, tören kurallarını ve efsaneleri kapsayan dini metinlerden oluşan Talmud’un birer sayfası bulunuyor. İnşaatı 1 yıl süren bu anıt 2. Dünya Savaşı bitiminin 60. Yılı olan 10 mayıs 2005 yılında ziyarete açılmış ve yaklaşık 25 milyon avroya mal olmuş.
Son olarak Brandenburg kapısının 12 sütuna 6 giriş ve 6 çıkış kapısı olduğunu, vatandaşların dıştaki kapıları kullandığını, ortada ki kapıların sadece kraliyet ve önemli geçişlere ait olduğunu ve kapının üzerinde Quadriga (olimpiyat oyunlarında yarıştırılan 4 at tarafından çekilen araba) bulunduğunu dip not olarak söylemek isterim.
1806’dan sonra Napolyon Prusya’yı yenince Quadriga’yı söküp Paris’e götürmüş. 1814 yılında Prusyalı general Napolyon’u yenip Paris’i ele geçirince Quadriga’yı geri alıp Berlin’e getirmiş. Naziler iktidara gelince kapıyı sembol olarak kullanmaya başlamışlar. Savaş boyunca çok tahrip olmuş ancak hiç yıkılmamış. 1961 yılında Berlin duvarı yapılana kadar kadar kapı açılmamış. 1989 yılında Batı Almanya şansölyesi Helmut Kohl tarafından açılmış birleşmiş özgür Berlin’in sembolü olmuş.
Bayan Rotenmayer’in burada görevi başarıyla sona erdi. İnanılmaz sıkıştırılmış bu son günün akşamı kendimize Französishe strasse’de bulunan ve geldiğimiz günden beri aklımızda olan Aigner’s am Gendarmenmarkt isimli restoranda büyük bir ziyafet çektik.. (http://www.aigner-gendarmenmarkt.de/en/restaurant.html) Mutlaka rezervasyon yapmanızı tavsiye ediyorum. Pate ile başlayan yemeğimiz şnitzel ve patates salatasıyla son buldu.
Yorgun argın kendimizi Noel pazarına atıp tatlılarımızı yedikten sonra son kalan enerji kırıntımızla eve yürüdük.
3 gün Berlin için çok kısa. Elimizde bir çok restoran, bar, butik , görülecek minik sokaklar listesiyle gitmemize rağmen ancak önemli noktaları gezebildik. Bu alternatif listeyi isterseniz bana mesaj atabilirsiniz, gezmediğim denemediğim yerleri yazmak ve tavsiye etmek istemedim ama isteyenlerle paylaşabilirim 🙂
Bir daha ki kız kıza seyahati iple çekiyorum. Bu blog vasıtasıyla üçünüde öpüyorum ve herkese mutlu yıllar diliyorum.
Reblogged this on etulin's blog.
BeğenBeğen
biz annenle Berlin de hicbirsey görmemişiz ……..!
keşke senin bu blog undan sonra gitse idik…
neyse ben bir ara giderim.
BeğenBeğen
Merhabalar, biz de bu sene Berlin’i Noel’de gezmek üzere eşimle ufak bir seyahat düzenledik. Yazınızı araştırmalara başlayınca okudum, çok hoşuma gitti. Bana e-mail ile alternatif listenizi gönderirseniz çok memnun olurum. Sevgiler, Melek
BeğenBeğen
Yorumunuz için teşekkür ederim yarın akşama kadar mail atmış olurum şimdiden iyi yolculuklar 🎈
BeğenBeğen
melek hanim verdiginiz adrese 2 kere mail attim, herhangi bir cevap vermediniz. Umarim ulasmistir. Iyi aksamlar!!
BeğenBeğen