Her sene büyük bir aile seyahatimiz olduğundan bahsetmiştim. Annem babam ve 4 kişilik çekirdek ailemiz her sene Airbnb’den 1 haftalık ev kiralayıp çok görmek istediğimiz bir bölgeyi arabayla karış karış geziyoruz. Daha önceki seyatlerimizden Provans ile ilgili yazıya https://elaninkirmizibalonu.com/2015/11/22/provansin-kalbi-aix-en-provence/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Bu seneki rotamız babam ve Sinan’ın Godfather (Baba) serisine olan ilgisiyle ve sevgisiyle 9 ay önce belirlendi. İstanbul-Katanya direkt uçuşu olması büyük avantajdı tabii seçimimizde. Uçus 1 saat 50 dakika sürüyor yani aslında çok yakın bir mesafe.
Her zamanki gibi uzun elemeler sonucu müthiş bir ev kiraladık http://www.airbnb.com’dan Sirakusa şehrine çok yakın bir konumda.
Arabamızı da www.rentalcars.com’dan kiralamıştık. Ancak aracımızı teslim almakla ilgili büyük sıkıntı yaşıyoruz. Avis kontuarında sadece 2 kişi çalışıyor. Sıra numaramızı alıyoruz ve tam 2 saat bekliyoruz sıranın bize gelmesini. Bizimle beraber belki 20 kişi daha sırada. Bizi Katanya’ya getiren uçak İstanbul’a vardığında ancak alabiliyoruz arabamızı.
Eve vardığımızda bizi müthiş karşılayan ev sahibimiz ve eşi zaten bu durumun çok olağan olduğunu ve her zaman araç kiralamada çok beklendiğini söylüyor.
Şöyle bir gözlem yapıyorum bekleme süresinde, Avis/Budget çok kalabalık ancak diğer firmalar bomboş. Uygun fiyata kiraladığımızı sandığımız araç bir çok ek zorunlu sigorta ile normal bir fiyata geliyor. Yani diyeceğim o ki yerel bir firmadan direkt kiralamak çok daha makul ve kolay olabilir.
Eve varmamız geç bir saat olduğundan (uçuşumuz 16.00 sularındaydı, ama sanırım uçuş saatleri değişmiş) hemen odalarımıza yerleşip yatıyoruz.
Sabah cennet gibi bir havaya ve bahçeye uyanıyoruz. Uçsuz bucaksız zeytin ağaçları, büyük bir havuz ve kuş sesleri. Ev tutmak isteyenlere kesin tavsiye edebileceğim bir ev burası.
Arabaya atlayıp en yakın marketten kahvaltı alışverişi yapmak için yola çıkıyoruz. Bu noktada Sicilya’lıların ne kadar sıcak kanlı ve yardımsever olduklarını bir anektot ile anlatmak istiyorum.
Evin bulunduğu daracık yolun hemen başında bir kilise var 2 tane araç bu daracık sokağın çıkışına park etmiş çıkmamız mümkün değil. Kilise bahçesinde bulunan bir kaç kişi hemen yardıma geliyor. Sağ sol geri git ileri gel yinede çıkamıyoruz sokaktan. Aracın sahibini içeriden çağırmak mümkün değil, 70 yaşlarında 4 kişi yanımıza gelip o aracı itmeyi teklif ediyor. Gösterdikleri yakınlık ve yardımseverlik bizi çok şaşırtıyor tabii 🙂 Annem ve ben bu kişilerle beraber aracı itmeye çalışıyoruz ve tabii freni çekili olduğu için beceremiyoruz. O sırada ev sahibimiz görüp yanımıza geliyor. Tam o sırada aracın sahibi de çıkıyor ev sahibimizle biraz tartışıyorlar. Ancak diğer tüm kişiler arabayı yoldan çıkardığımızda arkamızdan el sallayıp alkış tutuyorlar.
Bu olaylı sabahtan sonra eve gelip ağaçların altında güzel bir kahvaltı masası kurduğumuzda tüm sıkıntımız gidiyor tabii 🙂
İlk gün rotamız Sirakusa’nın 30 km güneyinde bulunan 2002 yılında Unesco Dünya Mirası listesine giren Noto kasabası. 1693 yılında büyük bir depremle yerle bir olmuş. Eski yerinin 10 km uzağında İspanya kralı Lanza’nın desteğiyle bol bol kireç taşı kullanılarak yeniden yapılanmış. O kadar etkileyici ve düzenli bir kasaba ki burası ilk görüşte aşık oluyoruz.
Seyahate çıkmadan önce şans eseri Home Tv’de Gino ile İtalyan lezzetleri programında Noto kasabasında 1892 yılında açılmış bir pastane olduğunu ve bu pastanenin granita denilen bir çeşit buzlu tatlısıyla meşhur olduğunu seyretmiştim. Caffe Sicilia isimli bu mekanda çok çeşitli Sicilya lezzetleri var. Ancak biz 3 değişik granitadan oluşan tabağı denemeye karar veriyoruz.
Granita aslında bir çeşit sorbe. Tipik bir sicilya kahvaltısı granita, brioş ekmeği ve sert bir espresso’dan oluşuyormuş. Biz bu üçlüyü birlikte denemedik ama granita müthiş lezzetli ve ferahlatıcı bir tatlı.
Noto sokaklarında gezerken dikkatimizi çeken şey binaların balkon altlarında bulunan heykeller. 30.000 nüfuslu şehre çok şehirde olduğu gibi devasa bir kapıdan giriliyor.1838 yılında Kral Ferdinand’ın şehre gelişi sebebiyle inşa edilmiş bu kapının adı da Porta Ferdinandea.
Noto’dan sonra ikinci durağımız Sirakusa şehrinin deniz kenarı Ortigia. Arabamızı deniz kıyısında bulunan otoparka bırakıp şehrin meydanına giriyoruz. Burada da renkler Noto gibi, kireçtaşı ağırlıklı kullanılmış.
Meydanda bir kafeye oturup biraz dinleniyoruz.
Ancak Sicilya’da hava biraz enteresan. Sabahları günlük güneşlik ama öğleden sonra mutlaka yağmur yağıyor. Belkide eylül ayına özel bir durumdu ama bizim kaldığımız 7 gün boyunca hergün yağmur yağdı. İlk büyük yağmurumuza Ortigia’da yakalanıyoruz. Öyle ki kafede daha fazla beklemeyelim diyerek arabaya yürümeye karar veriyoruz. Arabaya vardığımızda denize girmiş kadar ıslağız. Neyse ki evimiz 15 dakika mesafede 🙂
İkinci gün büyük gün… Babam ve Sinan inanılmaz heyecanlı. Rotamız Savoca…
Sirakusa’dan 136 km uzaklığında ki bu köy 1661 nüfuslu. Buraya gelme amacımız Godfather (Baba) filminin meşhur sahnelerinin bu köyde çekilmiş olması. Francis Ford Coppola film çekimi için ilk olarak Corleone kasabasına gidiyor. Ancak mafya kendisinden çekim yapması karşılığında para talep ediyor. Coppola reddediyor ve kendine yeni bir mekan arıyor. Savoca’da Bar Vitelli isimli bir kafe/bar var.
Maria D’Arrigo tarafından 1963 yılında açılmış bir bar burası. O dönem için evlenmek istememiş ve bar açmış bir kadın çok dikkat çekici. Coppola’dan hiç para istemeden mekanın kullanmasına izin veriyor. Michael Corleone’nin Appolonia’yı babasından istediği sahne burada çekiliyor.
Düğünün yapıldığı kilise ise bu bara 10 dakika yürüyüş mesafesinde.
Bar Vitelli’de rahatça yer bulup oturuyoruz. Fonda Godfather müzikleri ile yemeğimizi burada yiyoruz.
İç taraf tam bir müze. Filmde kullanılan eşyalar, fotoğraflar sergileniyor, hatıra eşyaları satılıyor. Hatta kasada Maria’nın ailesinin bir ferdi oturuyor. Babam ve Sinan resim çektiriyorlar bu hanımla, ikisi de inanılmaz heyecanlı. Sanki filmin içinde gibiyiz.
Bar Vitelli’den sonra kiliseye yürüyoruz. Yürüyüş yolu çok keyifli.
İkinci durağımız Sicilya deyince herkesin ilk tavsiye ettiği şehir Taormina… Bölgenin Saint Tropez’si deniyormuş buraya bana kalırsa çok daha güzel bir şehir.
Efsaneye göre zorba yunan kralının öfkesinden kaçan Naxos halkı gökyüzü ve yeryüzü arasında sıkışmış bu yeşillik alanı keşfediyorlar. İyon denizi ve Etna yanardağı manzaralı bu bölge zaman içinde Romalılar, Bizanslılar ve Arapların eline geçmiş. Ünlü yazar D.H Lawrence 1920-1923 yılları arasında burada yaşamış. Ayrıca bir çok sanatçıya ilham vermiş olan bu kasaba ünlü yıldızların da buluşma noktası olmuş. Goethe Sicilya’yı görmeden İtalya’yı görmüş sayılmazsınız demekle ne kadar haklıymış bu seyahatte anlamış olduk. Şehir bir tepenin üzerinde ve araç girmez şekilde inşa edilmiş.
Ancak o kadar akıllıca yapılanmışlar ki kasabaya girişte inanılmaz büyüklükte bir otopark var. Aracımızı buraya bırakıp yürümeye başlıyoruz. Ufak sokaklar, mağazalar, restoranlar. Eylül ayı olduğu için çok kalabalık değil. Sicilya menşeli bir tatlı olan Cannoli’nin izini sürüyoruz burada. Roberto isimli Cannoli ustasının ufak bir dükkanı olduğunu öğrenmiştim gelmeden. Ufacık sokaklarda sora sora buluyoruz dükkanı.
Roberto karşılıyor bizi. Minnacık bir dükkan burası. Cannoli’ler istek üzerine hazırlanıyor. Kızarmış bir hamurun içerisine ricotta peyniriyle hazırlanmış bir dolgudan oluşan bu tatlıyı yapmak için kızımı yanına çağırıyor Roberto. Hepimiz için büyük bir hatıra oluyor.
Kapının önünde ki sandalyelerde oturup afiyetle yiyoruz tatlımızı. Roberto o kadar meşhur ki duvarlarda Bill Clinton ve Kraliçe Elizabeth tarafından yollanmış kartlar bulunuyor. Sicilya adasında her ailenin kendine özgü cannoli tarifi varmış. Eski zamanlarda dış kabuğu sade un içi ise ekşi şarap ve ricotta peyniri ile hazırlanıyormuş. Cannoli ismi ise hamurları kızartırken şekil vermeye yarayan şeker kamışından geliyormuş. (canne a sucre) Bu lezzetli bilgiden sonra şehri gezmeye devam ediyoruz.
Tüm gün boyunca 6 tane düğüne rastlıyoruz. Şehrin her köşesi gelinler, şampanyalar ve kutlamalarla dolu. İstanbul’a döndükten sonra İtalyan asıllı arkadaşım Giovanna’dan öğrendiğim kadarıyla italya’da yaz mevsiminde düğün yapılmazmış. Eylül ayı tatil dönüşü ve havaların güzel olduğu bir mevsim olduğundan çok tercih edilirmiş.
Güneş batarken önünden geçtiğimiz Metropole Otelin terasında mola veriyoruz. Yanımızda 2,5 yaşında ve 7 yaşında 2 çocuk olmasına rağmen programlarımızı etkilemelerine izin vermiyoruz genelde. Tabii akşam yemeklerini evde yiyoruz yada çok şık restoranlara gidemiyoruz. Ancak çocuklar bu şekilde uzun saatler arabada sıkılmamayı, bol bol yürümeyi, restoranlarda düzgün oturmayı öğreniyorlar.
Metropole Corso Umberto üzerinde bulunan 5 yıldızlı bir otel. Terasında ki manzara anlatılmayacak kadar güzel. Büyük rahat koltuklara yayılıp manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Çocuksuz seyahat eden ve bu otelde konaklamak isteyenler inceleyebilir. http://www.hotelmetropoletaormina.it/
Havuzu, spası ve jazz geceleri çok meşhurmuş. İtalya’da içki sipariş ettiğinizde yanında bir çok iştah açıcı ile servis ediliyor. Ben sipariş etmedim bunlar nereden çıktı demeyin, içki yanı ikramları hepsi ve ayrıca bir ücret ödenmiyor. Biz manzaraya karşı prosecco’larımızı (bir tür köpüklü şarap)içtikten sonra evimize dönüyoruz.
Üçüncü günümüze Sirakusa’ya 112 km uzaklıkta bulunan Sicilia Outlet Village’la başlıyoruz. A19 otoyolu üzerinde Enna kasabası yakınında bulunan bu outlet italyan markalarını %70 indirimle satıyor. Zamanınız varsa tüm gününüzü ayırabileceğiniz büyüklükte. 140’a yakın marka mevcut. Bizim o gün için planımız Palermo’ya kadar çıkak olduğundan sadece 1 saat ayırıyoruz outlet için.
Alışverişimizi yapıp yola çıkıyoruz. Palermo aslında 1 saat uzağımızda ancak yolda uğramak istediğimiz bir kasaba daha var; Corleone 🙂
Ancak hedeflerimize ulaşamıyoruz çünkü yolda otobanın uzun bir kısmında çalışma olduğunu ve inanılmaz küçük yollardan gitmek zorunda olduğumuzu farkediyoruz. Corleone zaten Palermo’dan da uzak. Tamam artık dönelim dediğimiz noktada otobana çıkışın tamamen kapatılmış olduğunu görüyoruz.
Bu kısmı gerçekten çok sıkıntılı, yol kenarında ki çoban bize tek gidebileceğimiz yolun aslında yol olmayan bir arazi olduğunu, oradan gidersek otobana çıkabileceğimizi söylüyor. Arabada bir anda tansiyon yükseliyor. Dönüp dönemeyeceğimizi bile bilmiyoruz. Araziden gelen bir kaç aracı görünce Sinan gözünü karartıp yola giriyor. Allahtan hava karanlık değil çünkü boş engebeli off road arazisi gibi bir yoldayız. Kendimizi ana yola attığımızda inanılmaz vakit kaybettiğimizi farkedip Palermo’ya gitmenin anlamsız olduğunu farkediyoruz.
Aslında biz seyahatlerde büyük şehirleri pek tercih etmiyoruz. Amalfi sahillerini gezdiğimizde Napoli’ye, Provans’ı gezdiğimizde Marsilya’ya pek vakit ayırmadık. Küçük kasabaları sakin yerleri keşfetmeyi tercih ediyoruz. A19 otobanına çıktıktan sonra sahil yolundan dönmeye karar veriyoruz ve zaten listemizde olan Cefalu (Çefalu) isimli sahil kasabasına geliyoruz. Her gün olduğu gibi sabah güneşli olan hava bulutlanmış bile.
Ama yollarda geçen sıkıntılı saatlerden sonra deniz havası hepimize iyi geliyor. Bu noktada tavsiyem mutlaka yola çıkarken herhangi bir çalışma olup olmadığını internetten kontrol etmeniz!!
Hemen kendimizi sahilde bir restorana atıyoruz.
Hava kapalı ve serin olmasına rağmen sahilde bir çok insan yatıyor. Cefalu Roger II tarafından 12. Yüzyılda kurulmuş. Ortaçağ anıtları ile meşhur. Cefalu yunanca Kefalodion kelimesinden geliyor ve doğal yollarla şehrin çok yakınında bulunan kayalık oluşumlarına verilen isimmiş. Bu kasaba Sicilya’nın en görkemli katedrallerine ev sahipliği yapıyor. Sahilde evler ve Lungomare adı verilen upuzun sahili ile gerçekten çok keyifli bir kasaba. Lido adı verilen şezlong ve şemsiye tahsis eden mekanlar Ekim-Nisan ayı arası kapalı.
Yemek sonrası şehrin ara sokaklarını keşfe çıkıyoruz. Tabii bir anda önümüze çıkan minik Cannoli dükkanında tatlı molası veriyoruz. Bu dükkanda ricotta kreması otomatik yolla dolduruluyor kabukların içine. Roberto gibi elle bu işlemi yapan çok mekan yok büyük ihtimalle. Yine de tadı gayet lezzetli.
Çok yorucu başlayan günü keyifli bir şekilde sonlandırıp aynı otoban sıkıntılarını yaşamamak için tamamen sahil şeridinden 300 km gibi bir yolu yapıp yorgun şekilde eve dönüyoruz.
Buradan da anlıyoruz ki Sicilya için iki ayrı seyahat gerekli. Ya da 10 günlük bir seyahatin 5 günü adanın doğu bölümünde 5 günü ise batı bölümünde konaklamak şartıyla program yapmak gerekli. Adanın yüz ölçümü 25.708 km2. 5 milyon nüfusuyla İtalya’nın en kalabalık 4. bölgesi.
Dördüncü günümüze evde keyif yaparak başlıyoruz.
Bir gün öncenin yorgunluğunu giderip öğle yemeğinden sonra 70km uzaklıkta ki Modica kasabasına gidiyoruz. Barok kiliseleri ve palmiye ağaçlarıyla Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan bir kasaba burası.
Modica Alta (yukarı Modica) ve Modica Bassa (Aşağı Modica) diye ikiye ayrılıyor. Ortaçağ ve Rönesansın en önemli şehirlerinden biri olduğunu öğreniyoruz. O gün şansımıza Ragusa Veteran Araba kulübünin geçidine denk geliyoruz. Tarihi bir yapının içinde tarihten kalma arabaları izlemek gerçekten çok keyifli.
Modica ile ilgili araştırma yaptığımda şehrin Aztek tarifine göre çikolata ürettiğini öğrenmiştim. Modica’da ki ailelerin çoğu Etna yanardağından gelen lav taşlarıyla kakao çekirdeklerini öğütüyorlarmış. Şekerin erimemesi için çikolata ezmesini şekerle soğukken karıştırıyorlarmış. Dolayısıyla yediğiniz çikolata içinde kıtır kıtır şeker tanelerini hissedebiliyorsunuz. Şehrin en eski dükkanı 1880’li yıllarda dayanan Antica Dolceria Bonajuto.
Hala aynı aile tarafından yönetiliyor. Çikolatalarına süt eklemiyorlar, eski yöntemlerle siyah çikolata üretiyorlar ve gelen müşterilere tadım yaptırıyorlar. İçerisine misket limonu yağı, antep fıstığı, tarçın gibi eklemeler yapıyorlar. Ama benim damak tadıma göre hala acı bir çikolata. Diğer çikolatalardan çok daha sağlıklı olduğu kesin bilgi ama ben tercih etmiyorum. Fiyatları da çok uygun paketler 2-4 euro arasına satılıyor.
Yani hem çok meşhur olup hem dünyanın her yerinden turistleri çekip hemde fahiş fiyatlarla satış yapmıyorlar. Bu dükkana özel dana eti ve çikolatadan yapılan bir kurabiye de varmış ancak bizim tatma fırsatımız olmadı. Tadarsanız bana bir mesaj atın beğenip beğenmediğinizi söyleyin 🙂
Modica sonrası Ragusa’ya uğruyoruz. Ragusa’da iki bölgeye ayrılmış. Ibla denilen aşağı bölgesi ve Superiore denilen tepe bölgesi. Her iki tarafta 1693 depreminde yıkılıyor yeniden inşa ediliyor. 1927 yılında her iki kasaba birleşiyor. Sicilya’nın en zengin şehirlerinden biri burası. Ragusa Ibla’da 2 adet çift Michelin yıldızlı modern merkezde ise 1 adet tek Michelin yıldızlı restoran bulunuyor. Bu kadar küçük bir alanda bu kadar yıldızlı restoran bulunması Ragusa’nın parlamasına sebep oluyor tabii.
Beşinci gün Sicilya’nın en merak ettiğimiz bölgesine Etna yanardağına çıkıyoruz. Avrupa kıtasının en yüksek yanardağı olma özelliğinin yanında hala aktif durumda olması da önemli bir özellik. 1190 km2 alan kaplayan yanardağın eteklerinin çapı 140 km. En son aralık 2015’te patlama yaşamış.
Araçla çıkabileceğiniz en yüksek nokta 2000m cıvarı. Burada turistik bir alan var. Daha yukarı çıkmak isterseniz teleferikle belli bir noktaya, oradanda özel kiralanan araçlarla 2920m’ye kadar çıkılabiliyor.Dağın yüksekliği 3345m. Ancak oraya sadece araştırma için çıkılabiliyor. Halka kapalı.
Çıkış yolu boyunca lavların akıp donduğu bölgeler var. Arabamızı durdurup etrafa bakıyoruz. Gerçekten çok etkileyici. Kendine çizdiği yolda ki bütün ağaçları yakmış ama yolun kenarında bulunan ağaçlar yerli yerinde duruyor.
Havada hafif bir is kokusu var. Etna yoluna saptığımızda hava 24 derece, 2000m ye çıktığımızda ise 13 dereceyi gösteriyor. Mutlaka hazırlıklı olmak gerekiyor, mont ve kazak almanızda fayda var. Turistik alanda hediyelik eşya satanlar, restoranlar ve 5D film gösteren ufak bir sinema salonu var. Yanımızda çocuklar olduğundan teleferiğe binmek gibi bir seçeneğimiz yok. Sinemaya giriyoruz dönüşümlü olarak. Çocuklar için ürkütücü olabilir diye düşünüyoruz.
Sicilya’nın toprakları inanılmaz verimli. Lavlar donup yıllar içinde toprağa karıştığında verimi artırıyormuş. Dağın eteklerinde bulunan Giarre kasabası limon üretimi yapıyor mesela.
Etna’dan bu kadar etkileneceğimizi beklemiyorduk açıkçası. Bu kadar güçlü bir doğa olayının her an yaşanabileceğini düşünmek, o is kokusunu duymak, donmuş lavlara dokunmak doğaya karşı iyi davranmamız gerektiğini hatırlatıyor. Vakit ayırın çıkabileceğiniz en yüksek noktaya çıkın. Doğanın gücüne bir kere daha hayran kalın…
Altıncı günümüzü yağmur altında kalıp gezemediğimiz Ortigia’ya ayırıyoruz. Pazar hariç hergün öğlen 1’e kadar şehirde pazar kuruluyor. Balıklar, istridyeler, sandviçler mutlaka görmeye ve tatmaya değer.
Babam istridye ve prosecco ikilisini tercih ediyor.
Biz pazarın sonuna doğru bir dükkan keşfediyoruz. 1978 yılında açılmış Fratelli Burgio isimli dükkanda hem iştah açıcılar yiyebiliyor hemde şarküteri kısmından alışveriş yapabiliyorsunuz.
Fiyatlarından bahsetmek bile istemiyorum. Resimde gördüğünüz karışık tadım tabağı, mozarella domates, çocuklara salamlı bir sandviç, 2 bira ve suya 33 euro ödüyoruz. Yediğimiz her şey inanılmaz lezzetli. Ben enginar ızgara, soğan marmeladı gibi bir kaç ürün satın alıyorum hemen. Babamda bir çok çeşit peynir ve şarküteriyi vakumlatıyor İstanbul’a getirmek için.
Yemek sonrası şehrin içinde bir çok stand kurmuş olan motor gezilerinden birini seçiyoruz. Mağara gezisini de kapsıyor bu turlar.
Daha önce Capri’de buna benzer bir tur yapmıştık ancak bu tur kat be kat daha güzel. Mağaraların içinde mercanlar var, suyun rengi bazı noktalarda mora dönüyor
Yanımızda mayolarımız olmadığına pişman oluyoruz çünkü deniz inanılmaz. 1 saat süren bu muhteşem turun sonunda eve dönüyoruz. Ertesi gün uçağımız olduğundan geri kalan zamanımızı havuz başında keyif yaparak ve bavul toplayarak geçiriyoruz.
Son notumda Katanya havalimanı ile ilgili olsun. İçhatlar ve dış hatlar aynı yerde. Dış hatlar için sadece 3 kapı ayrılmış. Pasaport kontrolü için sadece 2 gişe açıktı bizim uçuş saatimizde. Çok uzun sıra bekleniyor aklınızda olsun. Free shop alışverişinizi İstanbul’a bırakıp pasaport kontuarı önünde sıraya girmenizi tavsiye ederim. Gate’e geldiğinizde oturacak fazla alan olmadığı için bir an önce kendinize bir yer bulmak için acele edin 🙂
Biz dönüş yolunda yeni seyahatlerimizi planlamaya başlıyoruz umarım sizde Sicilya’yı gezer ve bizim sevdiğimiz kadar seversiniz.
sevgiler…
Sinefilin notu: Çok klişe ama mutlaka Godfather serisini izleyin 🙂